Lâmiî Çelebi, bu hadiseyi şöyle nakleder “Hazret-i Hoca
(Ubeydullah-ı Ahrar) kendilerine ileri derecede ta’zîm,
iclâl, ikram ve teveccühte bulunduğu için devamlı huzursuz
olurlardı. Bir gün Hazret-i Hoca özür dileyip şöyle
buyurdular. Size nasıl ikram ve teveccühte bulunmayalım
ki, sizi her gördüğümde iki ulu şahın yüceliğini müşahede
etmekteyiz: Birincisi Hz. Peygamberin nesli oluşunuz,
diğeri ise Hoca Mahmud Fağnevî’nin dedeniz oluşu.
Ahmed Buharî bu teveccüh ve iltifattan kaçıp Hz. Şeyh
İlâhî ile Anadolu’ya yöneldiler”(9) Abdürrezzak Efendi ise,
Buharî’nin Ubeydullah-ı Ahrar’dan mezun olduktan sonra
bizzat onun emriyle İlâhî’ye tâbi olup Anadolu’ya geldiğini
söyler(10).
Evini, malını terk edip evlâdını da Buhara’da
bırakan Buharî, aslen Kütahya/Simavlı olan Abdullah-ı
İlâhî’yle beraber Simav’a döner(11). Lâmiî’nin bizzat
kendisinden duyduğu bilgilere göre bir sene Simav’da kalan
Buharî, şeyhinin izniyle hacca gitmiş, bu münasebetle bir
müddet Kudüs’te, bir yıla yakın da Mekke’de ikamet
eylemiştir. Lâmiî, onun hacla ilgili hatıralarını şöyle anlatır;
“Hz. Emir müridlerin mücâhedelerinde kusur ve
gevşeklik görünce şöyle demişti: Mekke’de bulunduğum
sıralarda kendi kendime şöyle söz vermiş ve nezretmiştim:
Her gün yedi kere tavaf ve yedi kere sa’y edeceğim.
Dolayısıyla kırk dokuz tavaf ve kırk dokuz sa’y etmiş
olacağım. Geceleri Harem-i Mekke’ye karşı gâh ayakta
durur, gâh otururdum. Bazan da tavaf ederdim. Bir an yatıp
uyumazdım.”
Halbuki kendilerinin bünyeleri de zayıftı. Yine
birgün şöyle buyurdular: Kudüs’te bulunduğum zamanlarda
Kudüs’ün imamı bizi sevdiği için Kudüs medreselerinin
birinde bize bir oda verdiler, orada kaldım. Medrese
görevlisi bize ila ekmek getirdi ve ‘bu odanın tayınıdır’ dedi.
Ben vakıf ekmeği yemeyi kabul etmedim ve:
— İhtiyacım yok, gerekmez, dedim. Kayyim:
— Al da başkasına ver, çünkü “zengindir” diye
seni bu odadan atarlar.
— Senin olsun dedim.
Daha sonra hatırıma şöyle bir şey geldi: Yazı
yazma gibi bir işimiz olsa da ondan günde bir akçe alıp
geçimimi temin etsem.
Hemen arabın biri içeri girdi ve
— Efendimiz, yazı yazmayı bilir misin dedi.
Ben:
— Evet dedim. Bir kitap göstererek
— Bu kadar yazabilirsen yaz, bunun her kâğıdına
günde bir akçe, dilediğin kadar yaz dedi. Kabul ettim.
Kalem, divit ve kâğıt getirdi. Orada olduğum müddetçe
günde bir kâğıt yazıp, aldığım bir akçeyi nafaka edinerek
kimseden sadaka almaz, hocalar gibi geçinirdim.
Hac yolculuğu için izin aldıkları zaman Hz.
Şeyh kendilerine on akçe yol harçlığı vermiştir. Ayrıca
ahırlarında bulunan merkeb ve attan hangisini istersen onu
da al, demişti. Onlar da merkebi almış, akşam namazını
şeyhle edâ edip âşıklar sofrasından bir ekmek alıp koynuna
koymuş ve yola çıkmıştı. On akçeden başka harçlıkları
yoktu. Yanında bir Mushaf ve bir Mesnevî vardı. Tecrîd ve
tevekkül üzerine yolculuğuna devam etmişlerdi.
Yolculuk esnasında mushafı çaldırmışlar. Mesnevî’yi ise
bir kişinin ısrarı üzerine iki yüz akçeye hediye etmişler,
kimseden hediye ve sadaka kabul etmemişlerdi.
Ancak bir kimseden bir eşrefiye alma duru mu
olmuş o da Hoca Hazretleri için adanmış şerefiye, idi. Çok
ısrar edilince onu almışlardı. “Hiç sıkıntı görmedik” diye de
ilâve ederlerdi”(12).
Buharî, hac görevinden soma bir süre daha
Mekke’de bulunmuş, daha sonra şeyhi Abdullah-ı İlâhî’nin
Simavlı hacı adaylarıyla haber gönderip geri gelmesini
istemesi üzerine tekrar Simav’a dönmüş, burada altı yıl
daha kalmıştır. Bu yıllara ait hatıralarını Abdürrezzak
Efendi’den takip edelim:
“Şeyh İlâhî Hazretleri, Seyyid Ahmed Buharî
Hazretlerine gayet ta’zîm iderlerdi. Ve Şeyh İlâhî Hazretleri
cânib-i yeminlerini Seyyid Ahmed Buharî Hazretlerine
mahsûs idüp ulemâdan ve fuzalâdan kimesneyi ârif-i billah
Şeyh Seyyid Ahmed Buharî Hazretlerinin üzerlerine takdîm
itmezlerdi. Ve ârif-i billah Şeyh İlâhî Hazretlerinden nakl
olunmuştur ki, Seyyid Ahmed Buharîyi bize altı yıl salât-ı
fecrîyi yatsı abdesti ile imâmet eyledi. Pes Seyyid Ahme’d
Buharî Hazretlerine nevmlerinde suâl eylediklerinde
buyurdular ki, ba’de’l-işrâk şeyhin katırın ve merkebin sürüp
tağdan odun götürdüm. Zuhûru vaktinde mukaddem tağ
içine tavarları otlamağa salıverdiğimde ol saatde bir ağaca
tayanup bir lahza hâb eylerdim”(13).
Lâmiî Çelebi, Buharî’nin bu yıllarına ait
hatıralarını bizzat kendisinden ve Muslihiddin Halîfe’den
dinlemiştir:
“Şöyle anlatıyorlar: Hz. Şeyh ile Simav’da
olduğumuz zamanlarda beş vakit namazda bize imamlık
görevini vermişlerdi. Hz. Şeyhin bir merkeb ve katırı vardı.
Güneş doğduktan sonra her gün onları sürüp öğle vaktine
kadar dağdan odun götürürdüm. Öğle namazını kıldıktan
sonra sürülecek çift varsa çift sürerdim. Orak vaktinde orak
biçerdim. Diğer zamanlarda sırtımda çalı çırpı götürürdüm.
Hz. Şeyhin bağı ve bahçesi duvarına bend ederdim. İkindi
namazını kıldıktan sonra ise Şeyhin huzuruna varırdım.
Merhum Uzun Muslihiddin Halife anlatıyor:
Bizzat Hz. Şeyh’ten duydum, şöyle diyordu: Emir Buharî
altı yıl bize Simav’da yatsı abdestiyle sabah namazı
kıldırdılar. Muslihiddin Halife diyor: Bunun üzerine Emir
Hazretlerine ne zaman uyurdunuz, dedim.