Küçük bir beylik iken kısa sürede bulunduğu mevkiin kazandırdığı stratejik
avantajları çok iyi kullanarak bir “devlet” şeklinde teşkilatlanan Osmanlıların tarihî
gelişim çizgisi içinde Yıldırım Bayezid döneminin ayrı bir yeri olduğu âşikârdır.
Onun 1389’da biraz sancılı da olsa Osmanlı tahtına çıkışına kadar geçen süre
zarfında Osmanlı beyliği Avrupa yakasına geçmiş olmanın getirdiği fırsatlardan
istifade ederek bir ayağı Batı Anadolu’da diğeri Trakya ve Balkanlar’da olmak üzere
bulunduğu bölgenin önemli bir siyasi gücü haline gelmiş bulunuyordu.
Bilhassa I. Murad’ın Anadolu beyleri üzerinde takip ettiği vasallik siyaseti,1
Orta Anadolu’ya
kadar uzanacak olan konfedere bir Türkmen dünyasının teşekkülünü sağladığı
gibi, Balkanlar’daki “gaza” faaliyeti İslâmî vurgularla, İran’a ve Mısır’a kadar uza-
nan coğrafyada Osmanlılara gıpta ile bakılan ayrı bir şöhret daha kazandırmıştı.
Kısaca Yıldırım Bayezid Kosova savaşında hayatını kaybeden babası I. Murad’ın
yerini aldığında bir “gazi / uç devletin” liderliğini üstlendiğinin farkındaydı. Nite-
kim bundan sonraki hayli mütecasir ve dönemin kaynaklarında “pervasız” olarak
nitelendirilen faaliyetlerini, devraldığı bu “Osman ilini ve Ucâtı”2
müesseseleriyle
teşekkül etmiş, büyük idealler peşinde koşan bir İslâm imparatorluğuna dönüş-
türme çabası belirleyecekti.
İşte tam da bu noktada, onun 1402’de bütünüyle çöken bu siyasetini ger-
çekleştirme düşüncesinin hangi araçlardan beslendiği, şahsiyetinden kaynaklanan
“dizginlenemez ihtirasının” mı yoksa hâkim olan devlet geleneğinin mi bunda
etkili olduğu sorusu özel bir önem kazanmaktadır. Burada doğrudan dönemin
kaynaklarını bu gözle yeniden değerlendirerek “ihtirasının esiri olmuş bir Yıldırım
Bayezid” portresinin nasıl ve hangi saiklerle oluştuğunu belirlemeye çalışacağım.
Bunu yaparken öncelikle iki noktada konuyu ele almak niyetindeyim. Bunlardan
ilkini, doğrudan siyasi faaliyetlerinin stratejik ve belirli bir ana yönelime sahip olup
olmadığı, yani dönemin şartlarını göz önüne alan akılcı bir çerçeve çizip çizmediği,
bu yolda hangi meşruiyet vasıtalarına başvurulduğu konusu oluşturacaktır. Bunu
yaparken araştırmalardan çıkan genel sonuçlara dayalı olarak dönemin bugünden
yapılan tarihî tasvirinden yola çıkmak istemekteyim. İkincisini ise doğrudan kendi
döneminde yaşamış tarihçilerin çizdiği Yıldırım imajı teşkil edecektir. Burada da
döneminde yaşamış, onu görmüş veya ona yakın zamanda eserini kaleme almış
tarihçilerin görüşlerini değerlendirmeye çalışacağım. Yıldırım Bayezid: Yeni Bir Devlet ve Siyaset Fikrinin Öncüsü
1389-1402 yılları arasında hüküm süren Yıldırım Bayezid’in dönemi hem siyasi
faaliyetler, hem de içeride devleti dönüştürecek bürokratik, mali ve askeri hamleler
ile Osmanlı Devleti’nin ilk imparatorluk denemesi olarak kabul edilir. Hattizatında
Yıldırım Bayezid saltanat makamına geçişinden itibaren dağılma temayülü göste-
ren siyasi yapıyı yeniden sağlamaya yönelik tedbirler alarak çok kısa sürede devleti
kendi ekseni etrafında toplamayı başarmıştır. Fakat öyle anlaşılıyor ki başlangıçta
bunu hemen sağlayamamış, hayli sancılı bir süreçten sonra duruma hâkim olabil-
miştir. Osmanlı kaynaklarında tahta çıkışı herkesin ittifak ettiği bir olay imiş gibi
nakledilirse de, aslında onun bir hükümdar olarak kendi tebaası ve beyleri nezdinde
tanınması bu kadar kolay olmamış gözükmektedir. Kardeşi Yakub’u katlettirmesiy-
le ortaya çıkan bunalımın aşılmasının biraz zaman aldığı kaynakların tahlilinden
anlaşılmaktadır.3
Bu bakımdan önce Rumeli kesimindeki uç beyleri ve vasallerine
kendi otoritesini kabul ettirmesi, daha sonra çok büyük önem verdiği Batı Anadolu
kesimindeki beylikler üzerine yönelmesi bu noktada hayli anlamlıdır. Saltanatının
daha başlangıcında karşı karşıya kaldığı meseleler, muhtemelen onun sonraki siyasi
ve askeri faaliyetlerinin yönünü belirlemede müessir olmuştur.
Dönemin kaynaklarından Kadı Burhaneddin adına yazılan Bezm ü Rezm adlı
eserde, I. Murad’ın Kosova’da içinde tahta geçmek için yanıp tutuşan Yıldırım
Bayezid’in de bulunduğu bir tertip sonucu şehit edildiği yolundaki açık ifadeler,
Osmanlı karşıtı bir propoganda amacı taşısa ve büyük ihtimalle doğru olmasa da,
o dönemde bu yönde bir şayianın ortaya çıktığına delalet eder.4
Bütün bu gibi haberlerin -Yıldırım Bayezid’in tahta çıkışı sırasındaki olaylardan hareketle- söylenti
halinde kadim düşmanı olarak sivrilecek olan Kadı Burhaneddin’in bulunduğu
coğrafyaya kadar yayıldığı düşünülürse, bizzat Yıldırım Bayezid’in bu isnattan
haberdar olduğu açık şekilde anlaşılır. Muhtemelen yukarıda belirtildiği gibi ilk
faaliyetlerinin bu isnatları bertaraf etme amaçlı olduğu, ancak bunun devlete yeni
bir şekil verme, büyük bir dünya fâtihi olma ihtirasının psikolojik alt yapısını da
bu çerçevede belirlemiş bulunduğu ileri sürülebilir.
Tahta geçişinden hemen sonraki ilk siyasi faaliyetlerine kısaca göz atıldığında,
Yıldırım Bayezid’in Anadolu ve Rumeli’de nasıl bir yol izleme düşüncesinde
olduğunun ilk emareleri ortaya çıkar. Kısa sürede belki alternatifsiz kalmasının
da rolüyle, içeride otoritesini kabul ettirdikten sonra babasının vasallerini bu
defa doğrudan tâbi hale getirme amacının peşine düşmüş olması son derece
manidardır. Kaynaklarda vasal beylerin Karamanlıların liderliğinde Osmanlılar-
dan kopma noktasına geldiği, Yıldırım Bayezid’in de bu sebeple onların üzerine
yürüdüğü hususundaki meşruiyet arayışlarını bir tarafa bırakırsak, onun daha
başından itibaren Anadolu’daki bütünlüğü kendi hâkimiyeti altında sağlama
ve vasallik bağını ortadan kaldırıp tâbilik siyasetini devreye sokma amacıyla
hareket ettiği söylenebilir. Fakat bunu yaparken muhalefet etmeyen Anado-
lu Türkmen bey ailelerini tamamıyla ortadan kaldırmak yerine, onlara kendi
topraklarında bir kısım yerleri mülk veya timar olarak bırakmayı tercih etmesi,
bir ölçüde “istimalet” anlayışının bir yansıması şeklinde de mütalaa edilebilir.5
Burada Yıldırım Bayezid’in hangi meşruiyet araçlarını devreye soktuğu konusu,
onun takip etmekte olduğu siyasi düşüncenin kaynaklarını tavzih bakımından önemlidir. Başlangıçta Selçuklu varisi sıfatıyla hareket eden Karamanoğulları’na karşı, mesela Âşıkpaşazâde’nin Osman Bey’e söylettiği Anadolu’nun ilk fatihi Süleyman Şah’ı ata olarak ortaya atan tez hayli dikkat çekicidir. Zımnen Selçukluların asıl varislerinin Osmanoğulları olduğu tezi, Yıldırım Bayezid’in Anadolu beylikleri üzerinde hakimiyet tesis etme fikrinin meşru iddiası olarak belirmiş;
Karamanoğulları üzerine yapılan seferlerle onların siyasi etkileri tamamen kı rılınca, söz konusu iddialar daha da öne çıkarılmış olmalıdır.